16 Şubat 2013
saç meselesi
21 Ağustos 2011
üzüm taneleri
..
Tadına doyamadığınız bir simidin son lokmanızı nasıl yersiniz? Kalan son kontörünüzle kimin mesajına cevap verirsiniz? Ehl-i keyf bir masada rakı şişesinin son dublesini nasıl içersiniz?
Defterinizin kalan tek sayfasına ne yazarsınız?
Uzun süre gidip geldi ellerim, Aman Kahvesi'nin son boş sayfasına dokundu, geri çekildi. Kaçmak güzeldi. Kıyamama, kirletmek istememe, üzüm tanelerinin ezilmesinden korkma hallerindendi hep bunlar.
Gün içinde aylaklık ettiğim pek çok vaktin bir anında rastladım, gezi rehberi tadında bir program, üstelik tüm zamanların aksine bitmeye yakın değil tam da başından. Neresi olduğunu buraya yazmaya lüzum yok, ancak hüznümden anlaşılabilir.
Başladığım yere geri dönmüştüm. Sokakları, evleri seyrederken, dört yıl öncesinde uyanmıştım. Şimdi şuradan dönersen, o evi göreceksin diye mırıldanıyorum, kameralar o yöne dönüyordu, ben o evin mavi kapısını görüyordum. Aslında ben hiç yürümedim o sokaktan. Reenkarnasyona değil basübadelmevt'e inandım;
O sokaklarını, maviyi, beyazı, müziğini, savaşını, acısını, haşhaşını, tekkesini, tefini, aşkını, rakısını benimmiş gibi andım. Ben burda olmadan önce orda olmuştum işte, nefes almıştım.
Toprağı insan acıtır, derim hep, insan eğer tüketerek gezer, tozunun değerini bilmeden geçerse. Akın akın insanlardı kameranın gördüğü, turlar, yatlar geliyormuş, gidiyormuş. Destur bile almıyorlarmış. Yiyip, içip, yemediklerini içmediklerini, çöplerini geride bırakıyorlarmış. Ne hikaye dinliyorlar ne de o tiz yakarışı duyuyorlarmış. Tef sesini bile duymuyorlarmış, düşün.
Yüreğim daraldı, kapattım. Savruluşuma, hayata kendi irademle dahil olamayışıma. Yaşamayı istediğim, büyülü olduğunu hayal ettiğim mesleği yapmayı istediğim yeri bile ben seçemiyorum. Sızlanıyorum.
..
Her santiminde emeğimizin, sabrımızın ve inceliğimizin olduğu evimizdeyiz. Taşındık. (Bir kez daha başa döndüğümü hissediyorum, yine uyandığım yer dört yıl evveli.) Oda'mdayım. Evim sözcüğündeki iyelik ekinin sahip olmaktan öte mana taşıdığını biliyorum. Burda olduğum için huzurluyum.
Artık kitap kolilerimi de açabilirim.
Aman Kahvesi'ni kapatmak üzereyken şükürlerimi iletmeden gitmek istemem. Vakıflı'da bir abladan öğrendim, acısı mavi gözlerindeydi: "Basmayın üzüm tanelerinin üstüne, günahtır, kaç kişinin emeği var onda." Ayin sonrası dağıtılan üzümün, tepsiden düşen tanelerinin ezilmesine dayanamamıştı. Uzaktan duyduğum bu yakarışın üzerine, tedirgin yanaştığım tepsinin kenarındaki üzüm tanelerinden iki tane aldım, büyük bir şükranla, Allah kabul etsin dedim. Emek, demişti abla, emek ezilirse büyük günahtır. Bir kadının emeğini hor gören günah işler, bir çocuğun heyecan ve emeğini değdirdiği resimleri görmeyen günah işler, kardeşliğin, dostluğun emeğini es geçen, Yaradan'ın nimet emeklerini hor gören günah işler.
Tüm bunları bilerek, Aman Kahvesi'ni açmama yardım eden, sahneyi kurmamda, tefi bulmamda emeği geçen, Kahve'de masal anlatan, sirtaki adımlarını gösteren, haşhaş getiren, meze dağıtan, sakilik eden, aşıkları seyrederken yanımda olan, bana maşuk olan, komşuluk eden, arada şarap getiren, toprak kokusunu bilen ve buzuki sesini hiç yalnız bırakmayan rebetlere, varlığınıza bin şükür.
Cafe Aman, kapatılmakla kapanmayacak bir mey hanesi, belki de yaşayan bir müze artık. Ne yöne dönseniz Marika'nın kadife sesini duyabilirsiniz,
Sesler hiç kaybolmaz çünkü.
14 Haziran 2011
öz-e
Annemle yine yeniden, ama daha çok, birlikte çizmek istiyorum, bize dair herşeyi..
henüz bilmezken 3 vakte kadar neler olup biteceğini..
11 Haziran 2011
Şafak
bizimdir.
Işıklar içinde uyu adam.
25 Mayıs 2011
just graduated
Bir adam var, cağnım ki kendisi, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyor hayırlı olsun dilerken.. Ah diyorum, şu karasallık devri bitsin artık, beni ancak ada paklar. İmvroz vre!
Seçimlere şu kadar gün kaldı diye gösterdikleri için, haberleri izlemiyorum artık, KPSS illetine ondan sonra kalacak günlerin hesabıyla, korkusuyla. B planımın olmadığını günden güne farkederek.. Özel okullara yine lanet okuyarak, "eğitim haktır, satılamaz derken" ya kendimle çelişirsem diyerek.
6 Mayıs 2011
örtmenim
Aman Kahvesi'ne not düşmek yerinde mi bilmem, ancak örtmen olana kadar bu defteri kullanıyorum ben. Hem ben size Aman Kahvesi'nin sayfalarının az kaldığını söylemiş miydim?
Bu ay içinde mezuniyet planları yaparken, bugün son staj günümdeydim. Elimde pastel boyadan bulaş bulaş olmuş flashcard'lar, 17 yaşında Ayşegül bebeğim (yalnız hala bebek diyorum, büyümüş bey bizim kız, farkında olmadan..) bir misket, kuzenim Sarah diye uydurduğum, üzerinde kız çocuk görseli olan tam sayfa bir poster ve onun ToyBox'ı (elbette Xuşka Aslı'nın hediye ettiği teneke kutu).
Ünite oyuncaklardı. Çok isterdim elimde yeteri kadar malzeme olsun, hep birlikte çiçek dürbünü yapalım (Aslı'nın kulakları çınlasın). Biz bugün derste çiçek dürbünü yapamadık, ama çok güzel şeyler oldu yine de..
Örtmen olmaya karar veriyorsak eğer, önce branşları bir kenara bırakmalı. Öğretmen kelimesini köklerine ayırıp uygulamak yerine, eğitim ve birlikte öğrenmenin tadına varmalı. Ben bugün derse hazırlanırken, daha önce karşılaşmadığım marble'ı öğrendim mesela. İngilizce bir kenara dedim ya.. Biz bugün sınıfta toplumsal cinsiyet bile konuştuk. Sarah dedim ya,
-Sarah'nın oyuncak kutusuna bakalım, hmm, she has got two balls..
-Örtmenim ben anlamadım ki Sarah kız mı erkek mi.
-(he/she zamirini yanlış kullandığımı düşünüyorum bir yandan) she.. Sarah is a girl
-Örtmenim ama kızlar topla oynamaz ki..
ve muhtemel muhterem diyalog gelişir.
-Aman Kahvesi duvarları da bilmez ama- Onlara 7. sınıfta, sınıfın erkekleriyle maç yaptığımı, sıkı bir ultrAslan olduğumu ve lisede Galatasaray'ın Kayseri'de hiç bir maçını kaçırmadan gidip, tribünde deli gibi bağırdığımı anlattım. Halihazırda kızlar top oynamaz ki algısının, çıtkırıldım ingilizce örtmenlerinin geçmişine tanık olarak nasıl çatırdadığını gördüm. Başka bir örnek vermeden, onlar da babalarının evde nasıl yemek pişirdiklerini anlattılar, annelerinin ne kadar güzel araba kullandığını.
Daha sonraki etkinlikte, büyükçe kartondan yaptığım otobüse binerek bir şarkıya eşlik etmelerini istedim. Şoför koltuğuna bir kız öğrenci geldiğinde çıt çıkmadı bu kez sınıftan.
Biz rengarenk bakarak bir kaleydoskop yapmıştık çoktan.
Örtmenim, saçınız bugün çok güzel olmuş!
Amak-ı Hayal
Yürü ki sahâ-yı hiçîde tecellî bulasın.
Susadık, içtik, sirtakiye koştuk, renkli dizi ampullerin altında, elimizde sarıkırmızıyeşil yazmalar varken, ella vre! derken, halkların kardeşliği sanırsak böyle birşey dedik. Yürüdük, Tarlabaşı'ndan Taksim'e, halaya durduk, omuzlarımız kül oldu, yürüdük, Galata'ya, Depo'ya. Gördük, gördüğünü gördük, yanan gözleri bildik. Tanık olduk, meydanda oturan annelere, bir eli yazma ucunda bir eli çocuğunun fotoğrafında olan annelere tanık olduk. Ağladık, bileğimizi saran bilekliklere tutunarak bir kez daha hep birlikte dedik. Mum yaktık, dua ettik, hepimiz, kendimizden önce başka şeyler diledik. Kokladık, sahafların nazenin kitap kokusunu. Döndük, Galata'ya, fotoğrafhaneden taze notları alırken döndük binalara yüzümüzü, en çok da xuşka için, merdivenlere baktık, hayaller kurduk.
Döndüm.
28 Nisan 2011
Paralel evrenler
25 Nisan 2011
Bakır'dır, hor görme
Çok uyuyorum, hatta bildiğin rüyalarda yaşıyorum artık.
20 Nisan 2011
Adın..
Barba Yorgo'nun duasına içtenlikle amin dedim.
ve İmvroz;
seni 4000 senelik adınla çağırmak istedim.
foto: bir gün mutlaka eklenecek bu makineden
15 Mart 2011
büyülü bohça
21 Şubat 2011
20 Şubat 2011
Melodiler,
ama gazeller de ne güzeldir.
10 Şubat 2011
duvarlar
7 Şubat 2011
εγώ
Oysa ben sadece Yunanca da ben demek istemiştim. Kendimi seveyim istemiştim.
24 Ocak 2011
call it night
Güne çene ağrısı ile başlamak. Çenenin tam ortasına bir yumruk yemiş gibi, daha yeni, gece. Dişlerin her bir kökünde aynı sızıyı hissetmek.
Yaşların tüm yumruklarını, sızısını, gece dişlerden çıkarmak.
Gece plağı gerek, diğer seçeneği şimdilik boşver.
Gündüz de Gulag Orkestar iyi gider,
they call it night and i know it well
19 Ocak 2011
Tililili!
-babaları için, kardeşi için, arkadaşı için, kocası için, komşusu için!
İnsanlık için, vicdan için,
adalet için..
“Biz iki nedenle çekeriz ‘tililili’yi der Rakel.
Biri sevincimizde, diğeri ağıtımızda.”
Hrant Dink
15 Ocak 2011
25 Aralık 2010
Lusnika..
geceye Lusnika olabildikçe,
benim adım Lusnika'dır.
Ay ışığı da yeninden doğar..
(Hatırlar mısın Kuzey'de Rinda'yı, babasının ruhunun Ay içine gizlendiğini, orada yeniden doğduğunu düşleyişini?)
23 Aralık 2010
14 Aralık 2010
a take-away
Uzaklaşmaktan ziyade -hayallerimize- yakınlaşmak için bir take-away show'a tanıklık edelim, ikimiz.
8 Aralık 2010
2 Aralık 2010
Sin Palabras!
Bugün bir kadına daha teşekkür ettim, varlığı O'na bir kez daha şükretmeme sebep oldu.
Biz ayrı renkler olsak da aynı teknede yüzüyormuşuz. Kaplardan ayrıldık ayrılalı aynı suya sevdalanmışız. Serpildiğimizde birer birer, kardeşçe yol almışız da haberimiz yokmuş.
İşte o aynı teknede, sesimi savurdum da düşmeden yakaladı diğer renk. Ta başından söyleyeceklerimiz aynıymış, ezgimiz birmiş. Kelimeler olmadan konuştuk.
Yine yeniden doğduk.
29 Kasım 2010
sanrı
Ve en başından beri bunu bilinçli yapmak.
Konya sokaklarında yürürken, nefesimiz yetmediğinde, camdan biri çıkıp diğer cama, türkümüzü yere düşürmeden yakalayıp devam ettirmesini istemek.
8 Kasım 2010
7-18
sen nelere kadirsin..
Bir öğrencinin kalbine ilk dokunuş, küçük bir kızın, sızısına ortak oluş, aynı özleyiş.
ilk göz temas, ilk kırılış, ilk kucaklama.
Meğer 7 de 18 de aynıymış..
6 Kasım 2010
eskiyeni
30 Ekim 2010
28 Ekim 2010
iki kişilik
diyerek almıştım şemsiyemi, bir zamanlar nasıl da imrendiysem istiklal caddesinde, ıslanarak sıçana dönmüşken, kocaman siyah şemsiyesini açıp yürüyen trençkotluşapkalıyaşlıkarizma amcalara. Yağmur yağmazken takıp koluna tıngınmıngır gezebileceğim, yorulduğumda baston yapabileceğim,
ve
yağmurda Sol Yanım'la yürüyebileceğim bir şemsiye.
Ezberden söylenilen pek çok "severim"ler var; "Pazar sabahlarını severim", "Tren yolculuğunu severim", "Yağmurda yürümeyi severim" gibigibi. Hayır, sevemezsin, yaşamadan.. Tren yolculuğunu severim diyeceksen Güney Ekspresine binip 18 saatte Diyarbakır'a gideceksin, giderken Zeki, dönerken Behçet ile tanışacaksın, Zeki sana Voigtlander fotoğraf makinesi hediye edecek, fındığa çalışmaya giden Behçet'le peynirini paylaşacaksın, hatta kimi zaman yere yatıp başını taş gibi sırt çantana koyacaksın.
Sen başka eksprese de binebilirsin, başka insanlarla tanışıp..
Yağmurda yürümeyi de, işte, Konya'yı sanki yıllardır unutup sonra aklına yeni gelen Mikail'in, yağmasına aracı olduğu bir yağmurda, bir saat boyunca iki kişilik yürüdükten sonra sevebilirsin. Konya'yı, sokaklarını ve sonbaharını şarkılarla keşfederek mesela, Meram'ın renklerini..
Tabi sen yağmurda yalnız yürüyebilirsin..
Ha bir de "Yağmurda müzik dinlemeyi severim" demek var, onu da Stereomood'da its raining modunu seçmeden bilemezseniz.
Sen tabi başka başka da dinleyebilirsin..
Ahh, yaşamak var ya..
23 Ekim 2010
15 Ekim 2010
Udu'm
Ayrılırken geri gelmeye söz verdim.
Ve ben ikinci kez Konya'da dokundum ona, Fuad'ımın, sol yanımın erken verilmiş doğum günü hediyesi olarak. Kalbimi orada bıraktığımı bilmiş, dostlar aracı olmuş, ustanın elinin değdiği bir Udu beni bulmuş.
Şimdi sesini de rengini paylaşma vakti,
14 Ekim 2010
13 Ekim..
Haftalar öncesinden takip ettiğim, doğum günüme rast gelen Buzuki Orhan konseri nihayet gelmişti. Ama finali yazmadan önce biraz gerisine gideceğim..
Günüm annem ve ananemle nefis bir kahvaltıyla başladı. Bizim portakal suyu sezonu açıldı, annem hiç erinmeden sabah sabah portakal sıkıverir bize..
Ailemin en önemli iki kadınıyla yaptığım kahvaltı sonrası kapı çalındı. Kaç yıldır mektup almadığımı hatırlamıyorum. Sabah sabah pijamalarımla açtığım kapıdan 8 yıllık kardeşim Ayça'nın mektubunu almak güne iyi başlamama yetti. (Yalnız Eskişehir Lületaşı müzesinde gördüğüm o zarf açacaklarından bir tane edinmek gerek..) Mektubu okur okumaz Ayça'ya hemen bir rüzgar gülü yaptım, birkaç gün içinde elinde olacak.
Akşama doğru hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim dostum Betül ile buluştuk. Sonbahar günü nadir çıkan güneşe karşı bahçede mis gibi tatlılarımızı yedik. Ne fotoğraflar çektik, Postcards from Italy klibi bilse kıskanır :)
Ve rebetiko vakti!
Hatırlar mısınız, ben asla unutamam, Rembetiko filminde Marika'nın sahne aldığı Thomas'ın yerinde program hep bu şarkı ile başlar: stou Thoma
Böylece, bu şarkı ile başladı işte. Canlı dinlemeyi hayal edemediğim Ege'nin yaka türkülerini Konya'da dinliyordum. O manolis mi isterim Fırtına mı isterim..
Ben daha ne isteyebilirim?!
Sevdiğimin gözlerine gözlerimi değdirerek eşlik ettim hep. Evimizden bu ezgiler hiç eksilmesin dedim.
Ben daha ne isterim?!
"Bir lokma ekmek ve şarabı paylaştığım adam" dedim ben ona, konser dönüşü hadi paylaşalım dedi o da.
Bir ömür böyle geçse,
Ben daha ne isterim..
11 Ekim 2010
8 Ekim 2010
3 Ekim 2010
1 Eylül'den 30 Eylül'e
29 Eylül 2010
nefes'tir
Hani bir yere uğrarsınız, tesadüf, sofra kurulmuş olur, size de bir tabak yemek düşer.
Yoluma yeni katılan Udu(hikayesi var, ancak 13 ekim'de anlatılmayı bekliyor, yüzünü de o zaman gösterecek) ile birlikte ritm derslerine başlamayı gönlüme ve aklıma düşürmüşken, rastlantı işte, kaç zaman önünden geçtiğim ama uğramadığım, vitrininde ney olan o dükkana girdim. Usûl dersi almak istediğimi, yardımcı olabilecek birini tavsiye edip edemeyeceğini sordum.
derken,
Şimdi bendir ve udu ile birlikte hayatımda bir de ney var,
Toprağım dedi ki; "bendir ve ney kardeştir, ney nefestir, candır.."
Şimdi, rast deneyelim..
28 Eylül 2010
çal-sa-k
Çal o zaman!
Sevgili günlük diye bugünü baştan aşağı yazasım var, Fuad'ı, tartışmamızı, kalkıp tek başıma nargile tüttürmeye gidişimi, geri dönüp kafa duman sarılışımı,
Pakistan'ı sonra, Pakistan gecesini, mistik müziklere bir güzeli daha ekleyişimizi,
ritmin ne kadar da içten olduğunu kendime tekrarlayışımı, avuçlarıma sığmayışını..
--
Yaşama amacım kaybolursa olacakları biliyorum, bu yüzden bütün hıncım.. İnsan diyorum değişir, başlamalı bir yerden. İnsan değişebilsin ki çarkların arasında öğütülmesin diyorum, dik, dimdik durabilsin,
çarklar kırılsın!
Buydu işte nargilenin her nefesinde tekrarladığım
--
Şimdi bu yaşama inadımı müzikle devam ettiriyorum, bir de 2-3 ekim'de Eskişehir'de olsam ne iyi..
26 Eylül 2010
20 Eylül 2010
Eylül
16 Ağustos 2010
Mardin
Kapından içeri girince, meydanbaşında, evimde gibi hissettim yeniden, 15 ay sonra.. Seni ilk gördüğümdeki gibi, hala çok güzelsin, tenin toprak rengi, hiç değişmemiş. Özlemişim, sen de özledin, belli, seninle kaldığım dört gün boyunca vakti hep ağır ağır geçirdin.
Gabriel’in taş evi, Süryani şarabı, -ah burda sen de olsaydın-dedirten şarkılar, Deyrulzafaran, Mor Gabriel, Dara, Nusaybin, Midyat, rehber Apo, telkari, bizim antikacı( üç kez gittik ama takılara bakmaktan ismini hatırlamıyoruz), Suphi ustanın atölyesi, Nasra teyzenin evi, çaybahçesi, Leylan, Seyr-i Mardin, Seyr-i Mardin’de kurulan hayaller, eski ptt ve Zinciriye’deki rehber çocuklar ve çektikleri fotoğraflar, bakırcılar, Ehl-i keyf, abbaralar, Çatom, yazma.. Hepsinin ayrı ayrı hikayesi var, yaşadığım, sakladığım, kendimi özel hissettiren.
Yek'ten Bist'e sayacak kadar geçtin Mardin. Toprağa değen ölü tenlerin toz olduğunu, taşla kapatılan bedenlerin bozulmadığını sende bildim. Taş ve Toprak'a olan hasretlerimi yeniden çözmeyi istedim.