30 Ekim 2010

7

+14


Rahmetle..

28 Ekim 2010

iki kişilik

-Ordan bir şemsiye, iki kişilik.


diyerek almıştım şemsiyemi, bir zamanlar nasıl da imrendiysem istiklal caddesinde, ıslanarak sıçana dönmüşken, kocaman siyah şemsiyesini açıp yürüyen trençkotluşapkalıyaşlıkarizma amcalara. Yağmur yağmazken takıp koluna tıngınmıngır gezebileceğim, yorulduğumda baston yapabileceğim,
ve
yağmurda Sol Yanım'la yürüyebileceğim bir şemsiye.


Ezberden söylenilen pek çok "severim"ler var; "Pazar sabahlarını severim", "Tren yolculuğunu severim", "Yağmurda yürümeyi severim" gibigibi. Hayır, sevemezsin, yaşamadan.. Tren yolculuğunu severim diyeceksen Güney Ekspresine binip 18 saatte Diyarbakır'a gideceksin, giderken Zeki, dönerken Behçet ile tanışacaksın, Zeki sana Voigtlander fotoğraf makinesi hediye edecek, fındığa çalışmaya giden Behçet'le peynirini paylaşacaksın, hatta kimi zaman yere yatıp başını taş gibi sırt çantana koyacaksın.


Sen başka eksprese de binebilirsin, başka insanlarla tanışıp..


Yağmurda yürümeyi de, işte, Konya'yı sanki yıllardır unutup sonra aklına yeni gelen Mikail'in, yağmasına aracı olduğu bir yağmurda, bir saat boyunca iki kişilik yürüdükten sonra sevebilirsin. Konya'yı, sokaklarını ve sonbaharını şarkılarla keşfederek mesela, Meram'ın renklerini..


Tabi sen yağmurda yalnız yürüyebilirsin..


Ha bir de "Yağmurda müzik dinlemeyi severim" demek var, onu da Stereomood'da its raining modunu seçmeden bilemezseniz.


Sen tabi başka başka da dinleyebilirsin..


Ahh, yaşamak var ya..

23 Ekim 2010

7

Anneler de ağlarmış sessizce,
Ama asıl anneler sessiz ağlarmış.

15 Ekim 2010

Udu'm

Haziran'da dokundum ilk kez ona, Katpatuka diyarında Mehmet Körükçü'nün atölyesinde. Toprağın rengi ve kokusununu bilirken, sesine de aşina oldum orada.


Ayrılırken geri gelmeye söz verdim.


Ve ben ikinci kez Konya'da dokundum ona, Fuad'ımın, sol yanımın erken verilmiş doğum günü hediyesi olarak. Kalbimi orada bıraktığımı bilmiş, dostlar aracı olmuş, ustanın elinin değdiği bir Udu beni bulmuş.



Şimdi sesini de rengini paylaşma vakti,




14 Ekim 2010

13 Ekim..

..masal gibi bir gündü. Hayatımın son 3-4 yılında belki de yaşadığım; sevgilim, dostlarım ve ailemle paylaştığım en güzel gündü. 


Haftalar öncesinden takip ettiğim, doğum günüme rast gelen Buzuki Orhan konseri nihayet gelmişti. Ama finali yazmadan önce biraz gerisine gideceğim..


Günüm annem ve ananemle nefis bir kahvaltıyla başladı. Bizim portakal suyu sezonu açıldı, annem hiç erinmeden sabah sabah portakal sıkıverir bize..


Ailemin en önemli iki kadınıyla yaptığım kahvaltı sonrası kapı çalındı. Kaç yıldır mektup almadığımı hatırlamıyorum. Sabah sabah pijamalarımla açtığım kapıdan 8 yıllık kardeşim Ayça'nın mektubunu almak güne iyi başlamama yetti. (Yalnız Eskişehir Lületaşı müzesinde gördüğüm o zarf açacaklarından bir tane edinmek gerek..) Mektubu okur okumaz Ayça'ya hemen bir rüzgar gülü yaptım, birkaç gün içinde elinde olacak. 


Akşama doğru hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim dostum Betül ile buluştuk. Sonbahar günü nadir çıkan güneşe karşı bahçede mis gibi tatlılarımızı yedik. Ne fotoğraflar çektik, Postcards from Italy klibi bilse kıskanır :)


Ve rebetiko vakti!


Hatırlar mısınız, ben asla unutamam, Rembetiko filminde Marika'nın sahne aldığı Thomas'ın yerinde program hep bu şarkı ile başlar: stou Thoma



ela apopse stou thoma 
na sou pexo baglama 
na katevoun i angeli 
na horevoun tsifleteli



Böylece, bu şarkı ile başladı işte. Canlı dinlemeyi hayal edemediğim Ege'nin yaka türkülerini Konya'da dinliyordum. O manolis mi isterim Fırtına mı isterim..
Ben daha ne isteyebilirim?!
Sevdiğimin gözlerine gözlerimi değdirerek eşlik ettim hep. Evimizden bu ezgiler hiç eksilmesin dedim.
Ben daha ne isterim?!
"Bir lokma ekmek ve şarabı paylaştığım adam" dedim ben ona, konser dönüşü hadi paylaşalım dedi o da.


Bir ömür böyle geçse,
Ben daha ne isterim..

11 Ekim 2010

Estudiantina



stasia olacaksak rembetiko gerek, yeniden..

8 Ekim 2010

13

buzuki Orhan ile..

3 Ekim 2010

1 Eylül'den 30 Eylül'e


Sabah odama astığım Barış bayrağıyla ufak bir bakışma ve gülümseyiş..

Bugün festivalin son günü, sahnede Antakya Medeniyetler Korosu.. Heyecanlı ve umutlu bir bekleyiş. Biraz sabırsızlık, Barış'ı çok bile bekledik, sanırım bundan..

kardeş olun ey insanlar bunu ister tanrımız
bu dünyada her şey geçer en son sana dost kalır
insanlığa doğruluğa göğsünü aç korkmadan
hür doğmuştur insanoğlu hür yaşamak hakkıdır

Öylesine bir masal gibi geçiyor ki konser. Sünni bir ilahiyi, bir Alevi türküsünü, Musevi ilahisini ve Ermenice  bir türküyü ardısıra işitiyorum. Eşlik ediyorum. Ağlıyorum, Sarı Gelin'de, Sarı Gelin'i Sari Gyalin diye söylerken. Ağlıyorum, Hrant yaşasaydı diyorum.. Ağlıyorum, yanyana hep bir ağızdan sadece bir türkü söyleyen Barış'an nefeslerin güzelliğine.. Biz diyorum biz, hala neden bekliyoruz, bak işte yanlarına insan olma erdemini ve müziği katmışlar, buluşmuşlar diyorum.

hava nagila hava nagila hava nagila v'nism'cha
hava nagila hava nagila hava nagila v'nism'cha 

Hava Nagela çalınıyor kulağıma. Daha tanıdık bir ses duyarcasına mutlu oluyorum. Coşuyorum, ilahide dediği gibi;

havah neranenah venismechah - haydi şarkı söyleyip mutlu olalım
uru, uru achim! - uyanın, uyanın arkadaşlar!
uru achim b'lev sameach - mutlu bir yürek ile

Konser bitiyor, ayakta avuçlarım yana yana alkışlıyorum, göz yaşlarım yanaklarımı çoktan yakmış. Ayrılırken bir iki çift laf hala aklımda:

"Bize soruyorlar, 'Farklı mesleklerden, farklı dinlerden, farklı kültürlerden buluşup bir araya gelmişsiniz, bir arada hep birlikte şarkı söylüyorsunuz. Merak ediyoruz, bunu nasıl başarıyorsunuz?' 
Biz de onlara bir soruyla karşılık veriyoruz, Siz nasıl başaramıyorsunuz?"

Eylül bitti dostlar. Barışla başladı Barış'la bitti, Ekim çoktan başladı,
Yaradana şükrümüz sonsuz..

--
30 Eylül-Konya