21 Temmuz 2010

Dedemin evinden dedemin evine, deneme bir ki..

Dedemin evinden dedemin evine, deneme bir ki..

Elimde korukları tutarken böyle diyesim geldi. Geçmişimin kaç parça olduğunu bilebilseydim keşke. Hangileri eksik, hangilerine hiç dokunulmamış, düşünülmemiş, masal gibi anlatılmamış.. Bu olmamış üzümleri nereye koyacağım, yapbozun hangi parçası?

Bölük Mahallesi. Kafa kağıdında yazan budur, kütük oraya kayıtlıdır işte. Buyur bakalım Stasia hanım, bir eksik parça daha. Neye benzediğini, sokağını, taşını, en önemlisi toprağını bilmediğin bir mahallenin ismini üzerinde taşıyorsun. Ağır geldi. En yakın zamanda kuzenimden beni oraya götürmesini istedim.

İşte şimdi sokaktayım. Labirent gibi bir yermiş burası, kafam karıştı. Bir yanda gücü kuvveti artık kalmamış, “Sen beni gençliğimde görecektin..” diyen evler, bir yanda bisiklet süren yanık benizli, bisikletli çocuklar. Bazen üç kişi yanyana zor yürüyecek kadar daralmış sokaklar. Sokak ev gibi o dar sokaklarla, sanki holden başka bir odaya geçeceksin..

Toprağın canını acıttım bilirim, yabancı yabancı baktım öylesine, vizörden de baksam değişen bir şey yoktu. Bunaldım. Büşra’yla Ege’den konuşmaya başladık Güneydoğu’da.. Beyaz badanalı, mavi kapılı ne güzel evler varmış oralarda. Köşeyi döndük, tesadüfler tanrısı, şükürler olsun, beyaz badanalı, mavi kapılı bir ev.
Güneydoğu’daydık..

-Dedemin eviymiş burası
-Gerçekten mi?
-Evet, kiracılar var şuan, girelim mi?
-Kabul ederler mi acaba?
-Bakalım..

Kapıyı çalmamız, içeri-avluya-buyur edilmemiz, kendimizi tanıtmamız, niyetimizi anlatmamız, kabul edilmemiz.. Hepsi o kadar doğal oldu ki.. Düştüğümüz rüyaya elimizdeki türk kahvesiyle devam ettik. Muhabbet ettik, soluklandık. Odaları gezdik. Dantel modeli alır gibi, her taşına “bir zamanlar burada..” der gibi baktık.

“Dedenizin malı, koruk keseyim size..” Tepsiyi asmaya uzattım, Ahmet amca da üzümleri tepsiye..
Helalleştik, teşekkür ettik. Koruklar kadar helal edilen bir saksı reyhanı da yanımıza aldık, mavi kapıdan dışarı çıktık.

O zaman, bir parça daha yerleşti geçmişime.. Bölük Mahallesi sokaklarını evim gibi yürüdüm.

hüseyni makamı


Sesleri hatırlamıyor olmak güzel bazen, hele hiç duymamış olmak..


Bizde ölüm salât sesleriyle anlaşılır, pekişir. Yaşlı karşı komşunuzun öldüğünü sabahın saçma bir saatinde duyar da tepki vermeyiz, rahmet dileriz sessizce. O vakit işte mahalle camisinden salât sesi duyulur. Evin damına çıkarız, göz yaşını gizli dökmek isteyen anneler arka bahçeye yol alır. Hüseyni makamda okunan salât sonunu sabırla bekleriz. Sanki imam başka bir isim zikredecek. Olur ya, Y.. teyzemiz o zaman ölmemiş olacak, öyle hayal ederiz. Göz yaşlarımız “Mahallemiz sakinlerinden Y.. vefat etmiştir, cenazesi öğle namazını mütakiben Hunat Camii’nden kalkacaktır, Mevla rahmet eylesin..” anonsuna denk düşer; Y.. teyze ölmüştür.


İçime döktüğüm göz yaşı bu sefer Kilis’te gördüğüm bir cami silüetinin arkasındadır. Babamın ölüm haberinin buradan ulaşmış olmasını öğrenmek kahırdan ağlatır. Acaba ne demiştir imam? Nasıl söylemiştir? “Doğduğu topraklardan uzakta..”, “..cenazesi Kayseri Hunat Camii’nden..”


Şimdi, evimin yarısı Kayseri’ye döndüğümde, iyi ki diyorum, iyi ki, duymadım, bilmedim. Bizde ölümler salât sesleriyle pekişir, iyi ki ben duymadım..

8 Temmuz 2010

niçinsiz varlık/A.H


"Heyecanlanıp dinledim ama ruhum hala bomboştu."

Z.D- Yazgı