14 Ekim 2010

13 Ekim..

..masal gibi bir gündü. Hayatımın son 3-4 yılında belki de yaşadığım; sevgilim, dostlarım ve ailemle paylaştığım en güzel gündü. 


Haftalar öncesinden takip ettiğim, doğum günüme rast gelen Buzuki Orhan konseri nihayet gelmişti. Ama finali yazmadan önce biraz gerisine gideceğim..


Günüm annem ve ananemle nefis bir kahvaltıyla başladı. Bizim portakal suyu sezonu açıldı, annem hiç erinmeden sabah sabah portakal sıkıverir bize..


Ailemin en önemli iki kadınıyla yaptığım kahvaltı sonrası kapı çalındı. Kaç yıldır mektup almadığımı hatırlamıyorum. Sabah sabah pijamalarımla açtığım kapıdan 8 yıllık kardeşim Ayça'nın mektubunu almak güne iyi başlamama yetti. (Yalnız Eskişehir Lületaşı müzesinde gördüğüm o zarf açacaklarından bir tane edinmek gerek..) Mektubu okur okumaz Ayça'ya hemen bir rüzgar gülü yaptım, birkaç gün içinde elinde olacak. 


Akşama doğru hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim dostum Betül ile buluştuk. Sonbahar günü nadir çıkan güneşe karşı bahçede mis gibi tatlılarımızı yedik. Ne fotoğraflar çektik, Postcards from Italy klibi bilse kıskanır :)


Ve rebetiko vakti!


Hatırlar mısınız, ben asla unutamam, Rembetiko filminde Marika'nın sahne aldığı Thomas'ın yerinde program hep bu şarkı ile başlar: stou Thoma



ela apopse stou thoma 
na sou pexo baglama 
na katevoun i angeli 
na horevoun tsifleteli



Böylece, bu şarkı ile başladı işte. Canlı dinlemeyi hayal edemediğim Ege'nin yaka türkülerini Konya'da dinliyordum. O manolis mi isterim Fırtına mı isterim..
Ben daha ne isteyebilirim?!
Sevdiğimin gözlerine gözlerimi değdirerek eşlik ettim hep. Evimizden bu ezgiler hiç eksilmesin dedim.
Ben daha ne isterim?!
"Bir lokma ekmek ve şarabı paylaştığım adam" dedim ben ona, konser dönüşü hadi paylaşalım dedi o da.


Bir ömür böyle geçse,
Ben daha ne isterim..