16 Ağustos 2010

Diyarbakır



Bizim düğünler, bir garip olur, kadınlar eğlenmez, oynamazlar, ayıptır, halay zaten bilmezler. Bir kına geceleri vardır, orada döktürürler vesselam ama düğünde masada somurtup otururlar, geleni gideni keserler. Kim ne giymiş, o masadakiler oğlan evindenmiymiş, gelin oynakmıymış falan, bunları konuşurlar. Şimdiki düğünlerin salonlarda iyice paket program haline geldiğini düşünürsek, düğünlerin yapılış amacından çoktan sıyrıldığını o gergin hallerden çıkarabiliriz.



Derecesini bilemediğim ama hissedilen sıcaklığın bana oldukça hissettirdiği bir vakitte, Diyarbakır’ın dar sokaklarında, masal gibi anlatacağım çünkü öyle, müzik sesiyle birlikte köşeyi dönünce karşılaştığımız manzara: pırıltılı ve rengarenk.. Bir nişan, lafın gelişi bir sokak düğünü, kadınlar, eğleniyor evet! Halayda hepsi, sıkıca kavramışlar ellerini, omuzları da tutmuş birbirinin ellerinden..(Bu halde birden, halaydaki kadınların böylece örgütlü olduğunu düşündüm-daha çok öyle olmasını istedim sanırım) Halay ilerledikçe arkadan müzik kaynağına gözlerimi dikiyorum, bateri mi o? Sokakta, halay, bateri ile?.. Harika!



Çekinerek izliyoruz eğlenceyi, kendi adıma söylüyorum, elinde fotoğraf makinesi olan yabancı üç kişinin düğünü seyretmesi bizim paket programlarda pek kabul edilmez, kim bunlar denir, “Oğlan evinden mi kız evinden mi?” Oldurulamazsa zihinlerde hemen dışlanır. Tüm bunları düşünürken düğün sahibinin üç sandalye ile birlikte gelmesiyle rahatladım. Buyur ettiler çünkü “ev”lerine, oğlan evi kız evi demeden. Ayrılırken içimden bir daha “gellek spas” dedim, vakit daralıyor, surlara, batan güneşe yetişeceğiz.