12 Temmuz 2009

Toprak Meyhanesi


İçimde kestiremediğim özlem var; birşeylere; bir yer, bir gök; toprak.. Gitmeyi, yolu hayal ettiğimde heyecanlandığım..

BEN’i çeken kahverengi, yedi mavi mi?
Ya aşk? BEN’i bulduğumda orada zaten olacak olan aşk.. BEN’de birşeyler öz-ler birşeyleri, BEN’i, öyleyse Aşk’ı..
Ya toprak? Desti-Destici? İç geçirerek baktığım toprakta ne var?


Ayağın güç vererek basma sakın, yerden ayır,
İnce bir sevgilinin gül yüzüdür, belki acır.
Şu saraylar yaratan tuğlayı süz, dikkatle:
Belki bir vezir parmağı yahut da hükümdar başıdır.


Kaç tane BEN var, toprakta kaç zerrem var? Kaç kere BEN oldum, BEN kim oldum?
Öz-lemlerime bakılırsa..


O içki destisinin senin için yok ki zararı,
Bitince tazele baştan, hadi, boş durmamalı.
Ben önce davranmazsam bilirim desticiler,
Karıp da desti yaparlar, çürüyen toprağımı.


Madem Aşk hanemde değil, öyleyse ben de meyhane açarım, aşıkları seyrederim, fena mı?..

10 Temmuz 2009

Rakı'nın dedikleri




Geçen gün tanıştık. Buyur ettim masaya, tereddütsüz aldı yerini, bir eli bir bardakta, diğeri diğer bardakta..

İkimizde sustuk önceleri. Sanki ikimiz de dejavuların peşinden koşarak ulaşma hevesindeydik bir yere, bir zamana.. Sanırım o da inanıyordu yeniden doğuşa..


..
1922- Güzel Smyrna!

Yanıp kavrulmadan iki gün önce.. Roza var o zamanlar, gencecik bir kadın, sesi bedeninden ince, güzelliğinden daha yakıcı.. Uşak taksim eder, ne güzel eder. Sesi ta Lemonadika’ya kadar gider, sanki haber verir önceden: “Müsaitseniz size geleceğiz”


Sıra sıra dizilmiş ampul ışıkları altında bir masada oturuyorum, tahta sandalyemin bir ayağı kısa olsa gerek, ki sanki kasıtlı, bilerek, Roza’yı ve Smyrna’yı dinlerken eşlik edeyim, bir sağa bir sola sallanayım diye yapıyor.


O var masamda. Başka kimse yok, başbaşayız. Bir eli sırayla elime sonra dudaklarıma dokunuyor; sonra diğer eliyle elime ardından dudaklarıma dokunuyor. Dertli belli, içi acımış, beklemekten, özlemekten. Değdiği yerlerde acı bir iz bırakıyor, sonraları dokundukça sarhoş ediyor aşkıyla, acısı tatlı oluyor, ne kendisine ne bana zarar veriyor artık. Ateş ve buz gibi sanki.. ateş sıcaktan bunaldığında, buz soğuktan donduğunda, buluştuklarında, buz sıcağa kavuştuğunda, ateş soğuk ile serinlediğinde, zâhirde ne ateş ne buz kaldığında ama aslında ateşin de buzun da bâtıni olduğunda..


Dokundukça kayboldu, dokundukça kayboldum. Ne o ne de ben kabımızda kaldık, özgürdük artık, şekil veren, sınır çizen örtülerimiz yoktu, biz vardık. Roza “Amman amanaan!” diye iç çektiğinde zaman kalmadı, zaman yok oldu, biz vardık ama z-aman-sızdık.. Sonsuzduk, heryerdeydik..
..
Şimdi burdayız dedi, ikimizde irkildik gittiğimiz yerden. İnanası gelmedi bedenimin, bedeninin. Ben ona camın nasıl eriyip yeniden cam olduğunu anlattım, o da etimin nasıl çürüyüp toprak, toprağın et olduğunu..
Kaplarımız ikna olmuştu: bu bir sevgiliydi, ona dokunan sevgili eliydi..
Dedi ki çok susamışım, Ruhu değdikçe ruhuma, perdeler çıkmış aradan, ışık gelmiş, tat gelmiş, İçtikçe tozlar kalkmış, başımdan aşağı dökülen pırıltı olmuş yağmur gibi.
Dedi ki öz-lem’im bunca zaman, iç çekerek bakışım Rakı’ya bundanmış, ah bu gönül arzu edermiş..
Dedi ki meyhane bâtıni evimiz olsun.. İçinde aşk olsun, sarhoş olup olup, sonsuz, heryerde olalım, z-aman-sız olalım, olduğumuz gibi.
Haydi diyebildim sadece, kendimden geçmiştim çünkü..


10 temmuz-01.52
zâhir-Kayseri
batın-Lemonadika